" Bir Cumhuriyet kadını…1920'lerde gözünü açtığı Cumhuriyet, Demokrasi ve Atatürk rüzgarlarını ölümüne kadar her daim nefesinde saklı tuttu. Hep üretmek ve paylaşmak üzere yaşadı. Çocukluk yıllarında karşılaştığı Atatürk, baba ziyaretleri ile konuk olduğu ortamlarda karşısına çıkan Nazım Hikmet, Behçet Kemal Çağlar, Münir Nurettin Selçuk, Yahya Kemal ve her birimize hala ilham veren daha niceleri O'nu sanatla, resimle, edebiyatla kuşattı. Yabancı dilden ilk müzikallerin çevirilerini yaptı. Tiyatro eserleri, öyküler.. Sonra şiirleri.. Her daim başucundaki kağıt kalemle şiir sırdaşı oldu. Resimleri 250 den fazla koleksiyonda O'nu yaşatıyor. Yılda en az iki Anadolu sergisi açmazsa huzur bulmazdı. Ya Oluşum… Cemal Süreya'nın başyazıları ile başlayan aylık edebiyat dergisi 124 sayı ile kültür tarihimizin kilometre taşlarından biri oluverdi."

Söyleşi : Hayal Dergisi

Nisa KADIBEŞEGİL ile Oluşum Dergisi’ni Konuştuk…

“Dergi çıktığı süreçte kırılmadım. Fakat dergi kapandıktan sonra hiç kimse arayıp sormadı. İnsan arada bir merhaba bekliyor; ama olmadı işte”

Ö. K.: Edebiyat dergisi kavramının damarlarının içinde dolaşmaya başladığımız zaman karşımıza bir sıfat dikiliverir: Zor. Zor olan bu işin daha da zor olduğu bir dönemde siz Oluşum gibi uzun soluklu bir dergiyi çıkarabilmişsiniz. Türkiye’nin ilk kadın editörlerindensiniz. Benim asıl öğrenmek istediğim şu: Sizde yerleşik bir dergi çıkarma fikri nasıl doğdu? Hedefleriniz nelerdi?

N. K.: Çocukluktan beri edebiyatla iç içeyim. Oldum olası ayrılamadık. O zamanlar bile küçük küçük şiirler yazardım. Behçet Necatigil’in 40’lı yaşlarda olduğu dönemlerdi. Lisedeyken, edebiyat öğretmenimiz önderliğinde her hafta bir şairi konu alan edebiyat toplantıları yapardık. Az şey midir bu? 1974 yılında birkaç arkadaş dergi çıkarmaya karar vermişler. Onlar memur oldukları için kendi isimleriyle çıkaramıyorlardı. Bana teklif ettiler. Ben önce afalladım. Nasıl olacak, ben dergi çıkarmayı bilmiyorum, dedim. Onlar da yardımcı olacaklarını söylediler. Birkaç görüşmeden sonra fikir netleşti. Sahibi ve yazı işleri müdürü olmama karar verildi. Böyle bir tesadüfle başladı belki her şey ama başlangıçların da böylesi makbuldür benim için zaten. Parasal anlamda ise işimiz kolay sayılırdı. O arkadaşlardan biri bankada çalışıyordu ve reklam konusunda yardımcı olabileceğini, bankalardan reklam alabileceğimizi söyledi. Oluşum’un 1. sayısında bankanın birinden 200 lira, diğerinden 250 lira

karşılığında reklam aldım ve ilk sayıyı bu şekilde 4 sayfa olarak çıkardım.

Ö. K.: Öyleyse dergi maliyetini karşılıyordu diyebiliriz…

N. K.: Ee tabi ki. Birkaç sayıdan sonra dergi tanınmaya başlayınca daha da rahat ettik. 20’sinde matbaaya verip çıkar çıkmaz dağıtıma veriyordum. Yani ayın 1’inde okurun elinde olacak şekilde çıkıyordu. Bu istikrar çok önemliydi. Zamanla 1000 kadar abone oldu. 3000 adet basıyordum. Kitabevleri ve aboneler dışında parasız da dağıtıyordum bir kısmını. Hatta çoğu zaman kitabevlerinden de para alamıyordum.
Reklam almaya devam ettim. En çok Vakıflar ve Halk Bankası destekliyordu. Arada bir İş Bankası ve özel kurumlar da reklam veriyordu. Zaman zaman maaşımdan destek veriyordum. Bu şekilde 4 sayfa ve bazen 6 sayfa olarak 3,5 yıl çıktı Oluşum. Bu süreçte başyazılar ve şiirlerin seçkisini hep Cemal Süreya yaptı.

Ö. K.: Derginin adı… Oluşum… Bu da bize yeni bir varoluşu ifade ediyor. Oluşum sanki bir evreyi tamamlıyor. Bu evreden, yani derginin adının serüveninden bahsetseniz…

N. K.: Önce adının Atılım olmasına karar verilmişti. Fakat benim aklımda Oluşum vardı. Sizin de söylediğiniz gibi oluşmaktan geliyor ve oluşmayı, gelişmeyi ifade ediyor diye adının Oluşum olmasını istiyordum. Bu arada gittiğim bir ödül töreninde Cemal Süreya ile tanıştım. Bir dergi çıkaracağımızı söyledim. Ertesi gün Cemal Süreya bana bir teklifle geldi. Derginin başyazılarını yazmak istediğini ve karşılığında şiir seçkisini de kendisinin yapacağını söyledi. O dönemde Ankara’da Maliye Bakanlığı’nda çalışıyordu.
İlk sayının yazılarını ve şiirlerini toparladıktan sonra yanına gittim. Bana: “Arkadaşlarının yazı ve şiirlerini koymasak kırılırlar mı?” diye sordu. Ben de en başından onlarla yaptığımız anlaşmadan bahsettim. Dergiyi çıkarmaya başlamadan önce arkadaşlarla konuşup eş dost diye kimseye kıyak geçmeyeceğimizi, kötü şiir ve yazıları tanıdık yazmış diye dergiye almayacağımızı söylemiştim. O gün Cemal Süreya’yla birlikte yazıları ve şiirleri ayırdık. O sırada bana Demokrat Gazetesi’nde başlığı “Atılım” olan bir yazı gösterdi. Politik bir yazıydı ve Cemal Süreya bu ismi baştan değiştirmezsek sonra bu ismi değiştirmemizin daha zor olacağını söyledi. Oluşum ismini önerdim ve kendisi de beğenince ben aynı gün Oluşum ismini kaydettirmeye gittim. İsim de bu şekilde koyulmuş oldu.
İlk sayı yazı ve şiirlerini seçip redaksiyonu yaptım, ardından Cemal Süreya ile birlikte mizanpajı kime yaptıracağımızı düşündük. Çünkü ben mizanpaj işinden anlamıyordum. Cemal Süreya bana, Ali Püsküllüoğlu’na git dedi. Gittim ve durumu anlattım. Kabul etti ve ilk sayı böylece çıkmış oldu.
Bu arada ben de çalışmalara başladım. Diğer sayılarda hangi konuları ele alabiliriz, kimler dergide yazabilir diye araştırmalar yaptım. Önüme bir kâğıt alıp dergide yazabilecek olan isimlerin listesini çıkardım.
Sonra 2. sayıyı hazırlamaya başladım. Mizanpaja sıra geldiğinde ben yine Ali Püsküllüoğlu’na gittim. İlk sayıda kabul edince her sayıyı yapacak diye düşünmüştüm. Fakat bu sefer 450 lira karşılığında yapabileceğini söyledi. Ben zaten derginin baskısını o paraya mal ediyordum. Bu benim için önemli bir paraydı ve ödeyemeyeceğimi söyleyerek oradan ayrıldım. Ve çaresiz kalınca oturup mizanpajı ben yaptım. Resimle de ilgilendiğim için çok zorlanmadım. 2. sayıdan son sayıya kadar mizanpajlar bana aitti.


Ankara’daki bir sergi sırasında Nisa Kadıbeşegil Deniz Baykal ve Melih Aşık ile…

Ö. K.: Dergiyi çıkardıktan sonra bir de okura ulaştırma aşaması vardır ki birçok imkân olmasına rağmen şimdilerde bile zordur bu. O zamanlar dergiyle okuyucuyu nasıl buluşturuyordunuz? Oluşum’u okura nasıl ulaştırıyordunuz?

N. K.: Ben kendim dağıttım. Büyük kitabevlerine tek tek gidip dergi bıraktım. İstanbul’a gittim.  O dönemlerde Elif Kitabevi var

dı, önce onlarla görüştüm ve sonra diğer bazı kitabevleriyle. Bu şekilde tek tek gidip görüşerek dağıttım.

Ö. K.: Yayımlandığı sıralarda büyük bir ilgiyle karşılaşmış bir dergidir Oluşum. Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz? Cemal Süreya diyebilir miyiz?

N. K.: Önceleri okur Cemal Süreya’nın dergide yazdığını bilmiyordu. Çünkü şiirlerinde kullansa da, başyazılarda kendi ismini kullanmıyordu. “Ne Var, Ne Yok” köşesi de imzasızdı. Beni de edebiyat dünyasında pek tanıyan yoktu. Cemal Süreya, İstanbul’a gidince ben zorlanmaya başladım. Onun yazılarını almak için her ay İstanbul’a gitmek zorunda kaldım. Cemal Süreya o sıralarda “Politika” gazetesinde her gün yazılar yazmaya başlamıştı.

Ö. K.: Cemal Süreya neden Oluşum’da kendi ismini kullanmak istemedi?

N. K.: Bu soruya ancak tahmini bir yanıt verebilirim. Zannediyorum beni tanımadığı için. Edebiyat dünyasından değildim ve sorumluluk almak istemedi diye düşünüyorum. Fakat şiirlerinde ismini kullanıyordu. O dönemde iki dergi çıkıyordu Ankara’da. Türkiye Yazıları ve Oluşum. Cemal Süreya her ikisinde de yazıyordu. Ve Cemal Süreya benden hiçbir zaman herhangi bir ücret talep etmedi. Bir akşam Ali Püsküllüoğlu ile beraber kapımı çaldılar. Türkiye Yazıları’ndan ayrıldıklarını söylediler. Bana, “Biz Oluşum’a geldik” dediler. Ben de, “Siz hiç ayrılmamıştınız ki” dedim.

Ö. K.: Peki, kimlerdi yazı ve şiirleriyle sıkça görünen isimler?

N. K.: İlk aklıma gelen isimler; Cemal Süreya, Enis Batur, Cahit Külebi, Ali Püsküllüoğlu, Ahmet İnam, Bertan Onaran, Sevda Şener, Bedrettin Cömert, Selim İleri, İlhan Berk, Ahmet Oktay edebiyat ve sanat yazılarıyla; Süreyya Berfe, Veysel Çolak, Metin Altıok, Mehmet Taner, Mehmet Mümtaz Tuzcu, Metin Güven, Hilmi Haşal şiirleriyle; Kemal Bekir, Nazlı Eray, Pınar Kür, Burhan Günel, Buket Uzuner, Fakir Baykurt, Talip Apaydın öyküleriyle ve şiirleriyle görünen edebiyatçılarımızdır. Şu an

hatırlayamadıklarım kusura bakmasınlar.

Ö. K.: Her şey bu kadar yolunda giderken dergi neden kapandı? Neydi sizi Oluşum’u kapatmaya iten?

N. K.: İlk 3,5 yıl 4 sayfa ve büyük boy yayımlanıyordu dergi. 1978’de ebatlarını küçültüp normal boya indirdik. 1984’te biraz daha küçüldü. Toplam 150 sayı… Her ay yayımlandıktan sonra, kapatmaya karar verdim. Çünkü çok yorulmuştum. Takatim kalmamıştı. Yazıları oku, seç, mizanpajını yap, matbaaya ver, bastır ve dağıt… Halim kalmamıştı bu işlere artık. 150. sayıda kapanacağına dair bir yazı yazdım. Ve ardından mektuplar gelmeye başladı okurdan. “Oluşum kapanmasın” diyorlardı. Sonra düşündüm. Daha az yorularak nasıl yaparım diye yollar aradım. En sonunda senede iki sayı çıkarmaya karar verdim.

Ö. K.: Bir de yurtdışında Türk edebiyatının tanıtılmasına dair bir girişiminiz vardı yanlış hatırlamıyorsam Oluşum aracılığıyla…

N. K.: Evet, benim zaten derginin yılda iki defa çıkmasına karar verdikten sonra amacım biraz da bu oldu. Bizim edebiyatçılarımızı, ressamlarımızı, müzisyenlerimizi, kısacası sanatçılarımızı yurtdışında tanıtmak istiyordum. Derginin sonraki sayıları bu amaçla çıktı.
Hazırladığım dergi, Türkçe’nin yanı sıra İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca, İtalyanca ve Hollandaca yayımlandı. Derginin içerisindeki yazı ve şiirleri bu dillere çevirttim. Baskı sonrası yurtdışındaki kütüphanelere, üniversitelerin edebiyat ve sanat bölümlerine gönderdim. Bu şekilde 5 sayı daha çıktı. Bu sayıların Türkçeleri de Türkiye’de basıldı ve dağıtıma girdi. Ve 6. sayıda parasızlıktan çıkmadı.
Ben İngiliz Filolojisi mezunuyum. Dolayısıyla İngilizce çevirileri yaptırdıktan sonra kimi zaman da kontrol ediyordum. İtalyanca da biliyordum ve onların da kontrollerini yaptığım da oluyordu.


Füsun Akatlı, Enis Batur, Özcan Yalın ve eşi, Nisa Kadıbeşegil,Ertuğrul Özkök.

Ö. K.: Sizin Oluşum ailesi olarak cuma toplantılarınız
vardı zannediyorum…

N. K.: Evet, biz her cuma 7–8 kişi benim evde toplanırdık. Bunların arasında Cemal Süreya, eşi Zuhal, Cahit Külebi, Muzaffer Buyrukçu, Edip Cansever, Ahmet Say gibi isimler vardı; ara sıra da Mahmut Makal, Metin Eloğlu katılırdı. Bazı arkadaşlar İstanbul’da yaşar, toplantıya oradan gelip katılırlardı. Bir araya gelip edebiyat sohbetleri yapardık. Şarkılar türküler söylerdik. Bazen birimiz bir dize yazardık ve o kâğıt dolaşırdı elden ele. Herkes bir dize eklerdi ve ortaya bir şiir çıkardı. Arada bir genç edebiyatçılar da gelirdi.
O dönemde ayrıca yılda 5–6 defa kültür ataşelerini de evimde ağırlardım. Sabahtan kreplerimi yapar, hazırlanırdım. Aynı kokteyle şair ve yazarlarımızı da davet eder, birbirleriyle tanışmalarını sağlamaya çalışırdım. Bu sayede pek çok edebiyatçımız yurtdışına etkinliklere gidebilmişlerdir. Ayrıca yurtdışında çıkan edebiyat dergilerini de takip ederdim ve onları çevirerek edebiyatçılarımızın okumalarını sağlardım.

Ö. K.: Kadın editördünüz. Bu o dönem edebiyat ortamında dezavantaj olarak düşünülebilir mi? Kadın dergici olarak zorlandınız mı?

N. K.: Röportajın başında sizin de üzerinde durduğunuz gibi dergicilik başlı başına zor bir iştir zaten. Haliyle bayan olmanın dezavantajlarını da yaşadım. Bazı edebiyatçılarımızın eşleri çok kıskançtı mesela. Dostlukları hoş karşılamazlardı. O dönemde bekâr bir bayan olarak edebiyatçıların içinde olmak çok zordu evet.
O dönem Türkiye’de kadın mecmuaları vardı ama ilk kez kaliteli bir edebiyat dergisinin editörü kadındı. Genelde kadın olduğum için önemsemediler, güvenmediler ve kimileri küçük gördü. Bazı dergileri çıkaranlar, biz zaten dergi çıkarıyorduk, size ne gerek vardı gibi konuştular.

Dergiye formaliteden bazı isimleri seçici kurul adı altında koydum ama onlar hiçbir şey seçmedi, genelde ben seçerdim. Çoğunun en küçük bir yardımı bile dokunmadı bana. Sadece yazı ve şiirlerini verdiler. O dönem kadın editöre alışılmamıştı. Kadın ne diye dergi çıkarsındı ki…

Ö. K.: Peki, Oluşum ve kırgınlıklarınız desem ne dersiniz?

N. K.: Dergi çıktığı süreçte kimseye kırılmadım. Fakat dergi kapandıktan sonra hiç kimse arayıp sormadı. İnsan arada bir merhaba bekliyor ama olmadı işte. Oysaki çok iyi niyetle bir araya gelmiştik, çok güzel zamanlar paylaşmıştık, önemli işler başarmıştık.

Ö. K.: Bu kadar büyük işler başarmış ve bu kadar büyük bir yükün altına girmiş biri olarak unutamadığınız anılarınız vardır mutlaka…

N. K.:Özellikle belirli bir an değil fakat bizim cuma toplantılarımız çok keyifli olurdu. Hepsi birbirinden
güzel geçerdi. O zamanlar kamera olsaydı da kaydedebilseydik. Bizim haftada bir yaptığımız toplantılarımız çok güzel olurdu. Herkesin birer dize ekleyerek yazdığımız şiirlerimiz… Çok anım var elbette ama şu anda aklıma gelmedi birden.

Ö. K.: Sizin yapıtlarınız var mı?

N. K.:Evet, var fakat genelde çeviri. 25 tane çeviri oyun kitabım var. Ayrıca şiir ve öykü çevirileri yapıyordum.